“Karanlık Lord öldü!!!” diye bağırdı Lucius Malfoy ve dedikten birkaç saniye sonra acı içinde haykırarak öldü. Birden tüm ölüm yiyenler ve yoldaşlık üyeleri etrafa kaçışmaya başladılar, çünkü Voldemort’un cesedinden etrafa bir güç dalgası yayılıyor, bu güç dalgası geçtiği yerdeki herşeyi yok ediyordu. Anlaşılan, Voldemort ölse bile kendisiyle beraber bir çok kişiyi götürmek istiyordu. Bu güç dalgası taşı toprağı sarsarak herkesi bir bir yuttu. İlk önce Voldemort’un cesedine daha yakın duran ölüm yiyenler alev aldılar, ağızlarından, burunlarından alev fışkırarak öldüler, daha sonra ise yoldaşlık üyeleri…
Düğün günü öldürülün Fleur’un intikamını hala içinde hisseden Bill Weasley güç dalgasının önünde hiç kaçmadan durdu. Daha sonra, Slughorn, Lupin, Tonks, Kingsley, Arthur, Neville ve diğerleri… Hermione ve Ginny, Voldemort’u öldürmek için kendini feda eden Harry’nin cesedinin başında ağlarken yok oldu.
Güç dalgası başladığı gibi bitti, ve etrafındakileri de beraberinde götürdü. Karanlık Lord çok ağır bir bedelle yok edilmişti, yok edilmişti… “Karanlık Lord öldü!!”
“Aaaaaaaaaaaa!!!” diye yataktan fırladı kadın, kabusun etkisiyle alnında inci büyüklüğünde ter taneleri birikmiş, gözlerinin altı kararmıştı. Kadın elini yüzüne götürdü ve hıçkırıklar içinde ağlamaya başladı. Bu kabuslarla daha ne kadar boğuşacaktı. O olaydan on yıl sonra bile bu kabusları görüyor, her görüşünde ise yataktan kan ter içinde fırlıyor, enerjisinin bir kısmının daha emildiğini hissediyor, adeta ölmek istiyordu.
Kadın tam su içmek için ayağa kalkacaktıki tek göz virane odasının kapısına nazikçe vuruldu. Bu kapı vurulma sesini bile unutmuş olan kadın ilk önce bunun anlamını çözmeye, ve eskiden kullandığı bir kelimeyi konuşmayı nerdeyse unutmuş olan ağzından çıkarmaya çalıştı. On yıl aradan sonra kapısının vurulmasına çok şaşıran kadın, “Kapı açık!!” dedi, her ne kadar sesli söylemeye çalıştıysa da kelime bir fısıltı halinde çıkmıştı.
Bunun üzerine kapı sonuna kadar açılarak eşikte duran uzun boylu bir büyücüyü gözler önüne serdi. Büyücü içeri adım atarak kadının tam önünde heyula gibi bedeniyle dikildi. Erkek büyücünün simsiyah, uzun ve dalgalı saçları vardı.Bir gözü de saçlarıyla aynı renkteydi ama kadın, büyücünün gözüne bakınca ilkten bir gariplik sezdi, daha sonra ise dehşetle çığlık atarak geri adım attı. Büyücünün göz bebeği de siyahtı!! Yüzünün bir yarısı açık, diğer yarısı ise insanın içinde dehşet uyandıracak şekilde siyah bir maddeyle kaplıydı. Cübbesi de adamdaki herşey gibi siyahtı ama yer yer kan kırmızısı çizgiler o siyahlığı bölüyordu, çenesinin üstüne kadar uzanıp ağzını yarı kapatan yakası ise tamamiyle koyu kırmızıydı.
Kadın ilk önce bu adamı korku ve hayranlık karışımı bir duyguyla süzdü, daha sonra cesaretini toplayarak ileri adım attı ve “Sen kimsin?” dedi, cüretkar bir şekilde söylemeye çalışmıştı ama sesinin titremesine engel olamamıştı.
Esrarengiz büyücü bu soruyu duymamazlıktan gelerek etrafı incelemeye başladı. Bu ev tek bir odadan oluşuyordu, odanın dört bir köşesine serpiştirilmiş birkaç köhne eşya güvelerin ve daha birçok böceğin mekanı olmuştu. Orda burda kaçışan fareler kadınla alay edercesine ayağının dibinden geçiyorlardı. Odada yayları fırlamış, çarşafı yırtık pırtık olmuş, yarı çökmüş bir yatak, onun hemen yanında su akıtan bir musluk ve tek bir yarı kırık bardak vardı. Büyücü etrafı hiçbir duygu emaresi göstermeden izledi ve bu izlenimden sonra gözlerini kadınla buluşturdu. Aniden yüzüne duygusuz bir gülümseme yerleşti.
“Bellatrix Lestrange!! Ne büyük bir şeref!” dedi, sesi sanki odada bir buz rüzgarına sebep oluyor, tüm eşyaları ve önceden kendisine Bella denilen kadının kanını donduruyordu.
Kadın ilk önce bu ismi hazmetmeye çalıştı. “Bellatrix Lestrange!!” dedi kendine kendine defalarca. Birden tüm anıları beyninde sel gibi akmaya başladı, o selin içinden bir isim çıktı. “Bellatrix!!” dedi tekrar dalgınca, gözleri tek bir noktaya bakıyordu. Bellatrix’in siyah saçları yer yer dökülerek kafasında açıklıklara neden olmuş, geri kalan saçı ise gözlerinin üstüne kadar düşerek kapkara olan gözlerini kapatmıştı. Yüzündeki kırışıklıklar onu son günlerini yaşamakta olan yaşlı bir kadın olarak gösteriyordu. Bellatrix sonunda kendisini toparladı ve dimdik durmaya çalışarak, “Sen kimsin ve ne istiyorsun?” diye sordu.
Esrarengiz büyücü dudaklarını büktü ve sanki misafirliğe gelmiş gibi odadaki tek sandalyeye oturarak bacak bacak üstüne attı. “Konuyu dolandırmayı sevmem!!” dedi ve cebinden simsiyah bir iksir şişesi çıkararak ne olduğu bilinmeyen şeyi içti. Bir an yüzünün yarısındaki maskede bir parlama oldu, ve olduğu gibi sona erdi. Büyücü tekrar konuşmaya başladı, “Sen Bellatrix’sin!! Karanlık Lord’un en sadık hizmetkarıydın ama nasıl olduysa on yıl önceki büyük faciadan kurtulan iki kişiden birisin. Sadık bir hizmetkar olarak Lord’unun yanında ölmen gerekirken nasıl kurtulduğun beni ilgilendirmiyor. İstediğim tek şey senin gibi sadık bir mürit!” Parmağını oynattı ve havada aniden beliren altın bir bardaktan birkaç damla su içtikten sonra konuşmasına devam etti. “Bazı planlarım var!! Ve bu planlarda Voldemort’tan çok daha başarılı olacağımı garanti ediyorum, çünkü Voldemort daha hayatta yokken ben yaşıyordum ve gördüğün gibi hala yaşıyorum!!” diyerek Bellatrix’in bile tüylerini diken diken eden korkunçlukta bir kahkaha attı.
Bellatrix aniden on yıl önceki haline geri dönmüştü. Elleriyle gözlerini kapatan saçlarını arkada toplayarak intikamla parlayan gözlerini açığa çıkardı ve yüzüne sapsarı dişlerini sergileyen alaycı bir gülümseme oturttu. “Ben sadece Karanlık Lord için çalışırım, oda artık yok!!” dedi, son kısmı sesi titreyerek söylemişti.
Kara büyücü duygusuz gülümsemesini genişleterek derin bir nefes aldı ve gitmek üzere ayağa kalktı. “Sana Lord’unun intikamını alma ve onun yapamadıkları onun adına gerçekleştirme şansı veriyorum Bellatrix!! Ya bu fırsatı değerlendirirsin ya da geri tepersin!! Seçim senin!! Yarın yine geleceğim,” diyerek kapıya yöneldi.
“Bana, Lord’umdan önce de yaşadığını ve hala hayatta olduğunu söyledin! Senin de mi hortkulukların var yoksa?” dedi Bellatrix büyücünün gitmesine izin vermeden, şüpheyle kaşlarını kaldırarak.
Kara büyücü ilk önce kıkırdadı ve hiç arkasına dönmeden, “Benim öyle şeylere ihtiyacım yok!!” diyerek kapının eşiğine geldi ama Bellatrix yine büyücüyü durdurdu.
“Yarına kadar düşüneceğim ama daha ismini bile bilmediğim birine hizmet etme fikri çok saçma!! İlk önce ismini söyle?”
Kara büyücü bu sefer Bellatrix’e döndü, simsiyah parlayan gözlerini kadına dikti ve gülümsemesini silerek, “İsmim Grindelwald!!” diyip kapı eşiğinin ardından gözden kayboldu.
Bende bu hikayede gizli kalmış karakterleri çıkarttım...